30 Mart 2024

Kazansa da kaybetse de Erdoğan’ın rakibi İmamoğlu

Yerel seçimlerin odağı, sembolü İstanbul. Seçim de İmamoğlu ile Erdoğan arasında. O zaman soru şu: 2017 referandumuyla kıvılcımlanan, 2019 yerel seçimlerinde görünür olan iktidarı değiştirme hikayesi güçlenerek mi devam edecek yoksa sönümlenecek mi? Çünkü herkes biliyor ki 2028’de iktidarın rakibi ve talibi İmamoğlu olacak

Ekrem İmamoğlu-Recep Tayyip Erdoğan

Geçen hafta siyasi tarihimizde genel seçim ile yerel seçim sonuçlarının benzerliklerini ya da yeni bir siyasal dinamiğin ipuçlarını taşıyıp taşımadıklarını analiz etmeye çalışmıştım.

İlki 1930 yılında yapılan yerel seçimlerin 1963, 1984 ve 1989 sonuçlarının bir dönemin sonuna ya da yeni bir siyasal aktörün yükselişine işaret ettiğini not etmiştim.

Geçen haftaki analizde bilerek eksik bıraktığım AK Parti iktidarı dönemindeki yerel seçimlerin genel seçim sonuçlarıyla kıyasıydı. Aşağıdaki tabloda son 22 yıldaki genel ve yerel seçimlerde hep iktidar olan AK Parti ile hep ikinci parti olarak kalan CHP oy oranları var.

Bu 22 yıldaki iki yerel seçimin sayısal sonuçlarından çok siyasal sonuçları bakımından önemli olduğu ve bu bakımdan ardından gelen dönemin siyasal davranışlarını önemli oranda etkilemiş olduğunu görüyoruz.  

Hatırlayalım; 28 Şubat Darbesi, 1999 Marmara Depremi, 2001 ve 2002 ekonomik krizleri ile toplum büyük bir boşluğa düşmüş, toplumsal psikolojide travmatik bir döneme girilmişti. 12 Eylül Darbesi ile başlayan ve bu travmatik dönemle sonuçlanan yıllarda toplum son hızla kentleşmiş, teknolojiyle tanışmış, gecikmiş bir endüstrileşme ve modernleşme telaşı içindeydi. Yapılan genel seçimlerin her birinde birinci parti değişmiş, bu 22 yılda ülkeyi yöneten hükümetlerin ortalama ömrü 1 yıl 4 ay olmuştu. Toplum ve ülke değişirken siyasal önder ve vizyon aramış, her partiye bir şans tanımış ama koalisyonlar ve tuhaf siyasal gerilimlerin içinde günler ve fırsatlar yitirilmişti.

Böylesi bir savrulma yaşayan ve siyaseti aşan bir değişim yaşayan ülkede 2002 genel seçimleri büyük bir kırılma yarattı. Seçim sisteminin tuhaflığı sayesinde de AK Parti yüzde 34 oy oranına karşın parlamentonun yüzde 65’ine sahip olduğu bir çoğunlukla iktidara geldi.

Dünya konjonktürünün de elvermesiyle ilk beş yılın ekonomik başarısı 2007 seçimlerinde yüzde 46.6 oy oranıyla AK Parti iktidarını pekiştirdi. 11 Eylül 2001 ABD terör saldırılarıyla dünyanın siyasi iklimi güvenlik temelli bir çerçeveye sıkışırken 2008’de küresel ekonomik kriz geldi. Doğal olarak hem ekonomik kriz hem de ABD’nin Irak işgali ve ardından gelen Orta Doğu coğrafyasındaki gerilimler Türkiye’yi ve seçmeni doğrudan etkiledi. 2008 ve 2009 ekonominin büyüme değil, gerileme dönemi oldu. Nitekim 2002’den itibaren 27 çeyrek boyunca büyüyen ekonomi 2008 yılı birinci çeyreğinde 7.3 oranında büyümeye devam ederken, büyüme ikinci çeyrekte 2.8’e, üçüncü çeyrekte 1.2’ye geriledi, 2008 yılının son çeyreğinde ise eksi 6.2 olarak gerçekleşti. 2009’da ise Türkiye ekonomisi yüzde 4.7 küçüldü ki ekonomi en son 2001 yılında küçülmüştü.

Seçmenin tepkisi sert oldu; 2009 yerel seçimlerinde AK Parti yüzde 38.4’e geriledi. Kanaatim AK Parti bu sonuçlarla seçmenin tercihlerini ekonominin şekillendirdiğini, seçmenin sandık başında rasyonel davranabileceğini öğrendi. Bu tarihten itibaren AK Parti’nin temel tercihi sosyal yardım politikalarını da kullanarak seçmenini “AK Partileştirme” yönünde oldu, kimlik politikalarına ağırlık, partizanlığa hız verildi.

AK Partili dönemin yerel seçimlerinde daha büyük kırılma 2019 yerel seçimlerinde gerçekleşti, İstanbul ve Ankara belediye başkanlıkları muhalefete geçti. Aslında bu kırılmanın emareleri 2017 referandumunda görülmüştü. 2017 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumunda muhalefet partilerinin gayretlerinden öte bir biçimde iktidar yandaşı ve karşıtı kutuplaşmasının yüzde 51.4-48.6 gibi bir orana yerleştiği görülmüştü. Siyasi partilerin gayretlerinden öte gerçekleşen yüzde 48.6 gibi bir iktidar karşıtı blokta kümelenmiş seçmenin varlığı muhalif partilerin bir arada durarak iktidarı değiştirebilme potansiyelini de gösteriyordu. Çünkü o güne dek CHP dahil hiçbir muhalif partinin AK Parti’yi seçimlerde tek başına henüz yenemeyeceği ortaya çıkmıştı.

Öfke ve çaresizlik duygusu

2019 yerel seçimlerinde CHP ve İYİ Parti işbirliği, büyükşehirlerde o günün Kürt siyasetinin desteğiyle başta İstanbul ve Ankara önemli metropollerin belediye başkanlıklarının bir kısmı CHP’li adaylara geçti. 31 Mart yerel seçimlerinin İstanbul belediye başkanlığı ayağında çok küçük bir oy farkıyla İmamoğlu’nun kazandığı seçimin hukuksuz biçimde iptaline seçmenin tepkisi sert oldu. Öncekinden 8 puan daha fazla farkla 23 Haziran’da Ekrem İmamoğlu seçimi ikinci kez kazandı.

Sürecin gelişimi altılı masanın kurulmasında etkili oldu, yüzde 50 artı 1 oyu gerekli gören seçim sisteminin de dayatmasıyla ittifaklar kolayca oluştu. Altılı masa kolayca kuruldu belki ama kurulurken gerekli ön mutabakatları, ilkeleri, politikaları ve söylemlerinde ortaklaşması sürece bırakıldı. İlerleyen süreçte gücünü artırmak ve toplumsal güveni inşa etmek yerine altılı masanın gündemi adayın kim olacağı meselesini aşamadı. Çeşitli ortak metinler hatta yeni anayasa önerisi bile yazılırken süreç adaylık başta olmak üzere bazı önemli meseleler açıkça konuşulmadan, imalarla geçiştirilen ve hep geleceğe ertelenen gerilimlere hapsoldu. Sonu hepimizin bildiği mucizeyi başarıp kaybetmek, sonrasında da birbirine düşmek. Seçmene kalan da derin bir hayal kırıklığı.

Elbette zihinlerde geride kalan bir de soru, 14 Mayıs’ta Ekrem İmamoğlu aday olsaydı kazanır mıydı? Bugünden ve bugünün ruh halinden o güne bakarak kazanırdı cevabı doğru değil. Yine de İmamoğlu sahnede, hem de siyasi gücünü daha da artırmış, iki yerel seçim galibiyetine ek olarak partisinde bir de kurultay kazanmış bir aktör olarak…

Bu nedenle yerel seçimlerin odağı, sembolü İstanbul belediye başkanlığı seçimleri. Seçim de İmamoğlu ile Erdoğan arasında. Kampanyalar, söylemler, hatta adaylar ne söylerse söylesin, seçmenin gözünde böyle.

O zaman soru şu; İmamoğlu üzerinde cisimleşen muhalif seçmenin iktidarı değiştirme arzusu ve gayreti bu seçimde de çalışacak mı çalışmayacak mı? Ya da 2017 referandumuyla kıvılcımlanan, 2019 yerel seçimlerinde görünür olan iktidarı değiştirme hikayesi güçlenerek mi devam edecek yoksa sönümlenecek mi? Çünkü herkes biliyor ki 2028 genel seçimlerinde iktidarın rakibi ve talibi İmamoğlu olacak.

1 Nisan’dan sonrasında yaşayacaklarımızı ve özellikle siyasi gündemi belirleyecek üç unsur var. Birincisi ülke sıkıştığı 52-48’lik iktidar yandaşı ve muhalifi blokları arası dengenin bu yerel seçimlerde radikal biçimde değişmeyeceği gözleniyor. Mayıs seçimleri ardından muhalif seçmendeki öfke ve çaresizlik duygusu yerel seçimlerde bir hezimete yol açar mı endişesi aşılmış görünüyor. En azından bu denge halinin sürüyor olması muhalif seçmendeki psikolojik ve siyasal direncin ve umudun sürmesini sağlayacak.

"Yine de İmamoğlu sahnede, hem de siyasi gücünü daha da artırmış, iki yerel seçim galibiyetine bir de kurultay kazanmış bir aktör olarak"

Bölgesel dinamikler

İkinci unsur pazar günü İmamoğlu’nun seçimi kazanıp kazanmaması olacak. Araştırmalarda ve moral üstünlük olarak İmamoğlu önde olsa da bugünden kesin kazanacak demek mümkün değil belki. Devlet aygıtının etki ve müdahale kapasitesinin seçimlere nasıl yansıyacağını, seçmenin seçimlere katılım arzusunun nasıl olacağını, o günün sandık güvenliği konusunda hangi sorunlarla karşılaşacağımızı bilmiyoruz.

Sonrasını belirleyecek üçüncü unsur İmamoğlu’nun ulaşacağı oy oranı ve diğer partilerin ülke genelindeki oy oranları olacak.

İstanbul ve İmamoğlu’ndan devam edersek, görüldü ki İmamoğlu kaybetse bile çok küçük bir farkla kaybedecek. Kaldı ki İmamoğlu kazanmaya daha yakın. Arkasında kendi partisinin örgütsel kapasitesi ve gücü tam olmadığı halde moral üstünlüğü ele geçirmiş durumda. Arkasında bir ittifak olmadığı gibi muhalif bloktaki partiler kendi iddialı adaylarıyla seçime katılıyor. Bir bakıma İmamoğlu iktidarın siyasi gücü ve devletin bürokratik gücüyle ve her bir rakibiyle tek başına mücadele eden bir profil çiziyor. Bugünden gözlenen bir başka unsur CHP yerel seçimlerde ülke genelindeki meclis oylarında yine yüzde 24-27 bandında kalacak. Yani Kurultay’da demokratik yolla genel başkan değişimi ülke düzeyinde seçmende bir başarı hikayesine dönüşememiş durumda. 1 Nisan sabahı uyanacağımız bu olası tablo kazansa da kaybetse de İmamoğlu’nu CHP’nin ve belki tüm muhalif seçmenin lideri yapacak görünüyor. 

Sonrasında yaşayacaklarımızı belirleyecek en önemli unsur iktidarı oluşturan zihni koalisyonun aktörlerinin ve Erdoğan’ın sonuçları nasıl anlamlandıracağı, nasıl bir siyasete yönelecekleri olacak kuşkusuz.

Küresel ve bölgesel dinamikler, dış politika ve güvenlik meseleleri, ekonomik krizden çıkış ve enflasyonun yaşayacaklarımıza etkileri başka bir mevzu elbette. Yerel seçimin ardından siyasi zeminde neler olabileceğini kesin çizgilerle belirleyemesek de bazı sorular üzerinden öngörülerde bulunabiliriz.

Birinci soru elbette İmamoğlu kazanırsa iktidarın ne tepki vereceği meselesi olacaktır. Bu tepkinin iki boyutu veya gerekçesi var. Birincisi İmamoğlu’nun 2028 seçimi öncesi yolunun kesilmesi ya da siyasi ağırlığının kontrolu. İkincisi bu denli yoğun gündeme geldikten sonra İstanbul’un depreme hazırlanması ve kentsel dönüşüm meselesi.

Erdoğan’ın siyaset tarzını öğrendiğimize göre seçimin ertesi gününden itibaren 2028’i düşüneceğini öngörebiliriz. İmamoğlu’nun önünü kesmek için istinaf mahkemesinde bekleyen dosyanın nasıl sonuçlanacağı önemli olacak. Eğer İmamoğlu kazanmışsa bu karar daha da kritik olacak. Kararın oluşumunda ve ardından yaşanacaklar konusunda iktidarın nelere muktedir olduğunu, neleri nereye kadar göze alabileceğini bugünden kestirmek zor. İktidar kadar olası yargı kararına toplumun ve genel olarak tüm siyasi aktörlerin nasıl tepkiler verebileceklerini de göreceğiz.

Yine İmamoğlu’nun kazandığı durumda mahkeme kararı yanı sıra kentsel dönüşüm meselesinin yasal çerçevesi değiştirilerek yetkilerin Ankara’ya alınacağı öngörülebilir. 2028’e giderken Erdoğan’ın yeni bir başarı hikayesine ihtiyacı olduğu için, ekonomik krize karşı bir dinamizm ve finansman olanaklarını zorlamak için ve İmamoğlu’na bir başarı fırsatı alanı açmamak için kentsel dönüşüm iradesi ve yetkilerinin Külliye’ye devri olasılığının güçlü olduğunu söyleyebiliriz.

Seçim sonrasında beklenecek siyasi gerilim alanlarından bir diğeri yeni anayasa meselesi olacaktır muhtemelen. Yeni anayasadan iktidarın ortaklarının farklı beklentileri var. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığında iki dönem ve seçiminde yüzde 50 artı 1 oy şartından kurtulmak isteyeceği sürpriz değil. Yanı sıra yeni anayasa arayışının demokratikleşmeyi hedefleyen değil ahlakçı ve güvenlikçi yeni bir çerçeveye sıkıştırılmasını isteyenler de var. Böyle bir anayasa değişikliğinin seçimlerin hemen ardından gündeme gelmesini ve referandum olasılığını ilk iki yıl için gerçekçi olduğunu sanmıyorum. İktidar kanadı önce parlamentoda geniş bir sağ koalisyonu ve konsolidasyonu zorlayacak, ahlakçı ve güvenlikçi bir çerçevede sağ uzlaşıyla parlamentoda değişikliği deneyecektir. Son haftalarda uzunca analiz etmeye çalıştığım gibi bu olasılığın gerçekleşmesi mümkündür de. Bu olasılığın gerçekleşip gerçekleşmediği anlaşıldıktan sonra referandum yoluyla anayasa değişikliğini 2028 seçimlerine daha yakın bir zamanda zorlama gündeme gelecektir.

İmamoğlu, Saraçhane mitinginde

Toplumsal kutuplaşma

Siyasi zeminde yaşayacaklarımız konusunda muhalif aktörlerin neler yapacakları, neler yaşayacakları da önemli olacak kuşkusuz. Her birinin yerel seçimlerde alacakları oy oranları kendi iç dinamiklerini, gerilimlerini harekete geçirecek. Özellikle CHP seçim sonrası geleneksel kurultay tartışmalarına geri dönecek muhtemelen. İmamoğlu kazanmışsa bu süreç daha hızlı ve gerilimsiz geçilecek, parti İmamoğlu’nun hayaline göre biçimlenecektir. Tersi durumda gerilimli bir süreç beklenir.

İYİ Parti ülke genelindeki yüzde 10 seviyesini korur ise özel bir gerilim yaşamadan devam edecektir. Fakat kayda değer bir kayıpla karşılaşırsa parti içi gerilim bir çözülmeye de dönüşebilir. İYİ Parti başta olmak üzere kamuoyunda Deva, Gelecek ve Saadet partilerinin bu yerel seçimlerde oy sıçraması yapabileceği beklentisi de yok gerçekleşme olasılığı da yok.

DEM Parti'nin muhtemelen birkaç ilçe eksik veya fazla önceki belediye başkanlıklarını yeniden kazanması beklenir. İktidarın bu sonuçlara tepkisi nasıl olacak göreceğiz. DEM Parti'nin ipuçlarını şimdiden görmekte olduğumuz yeni strateji hattı belki daha netleşecektir. Türkiyelileşme iddiasından uzaklaşarak yeniden Kürt meselesine ve kimliğine sıkışmış bir DEM Parti'nin neler kazanacağı kaybedeceği kadar ülkeye neler kazandıracağını ya da kaybettireceğini yaşayarak göreceğiz.

Somut durumun ve varolan aktörlerin analizinden çıkarak ülkenin esenliği için olması gerekenlerden bakarsak ülkenin, siyasetin, yerel seçimlerin gündemi şunlar olmalıydı halbuki:

  • -Siyasette, aktörlerde ve siyaset tarzında, kültüründe yenilenme olmadan böyle daha ne kadar devam edebiliriz?
  • -Seçim kazanma yarışından ibaret hale gelmiş siyaset ülkenin hayati meselelerini daha ne kadar ıskalayabilir?
  • -Karmaşıklaşmış meselelerle karşı karşıya olan metropolleri tektipli yerel yönetim anlayışıyla daha ne kadar yönetmekte ısrar edebiliriz?
  • -Toplumsal kutuplaşma aşılmadan toplumsal esenlik ve toplumsal güvenlik sağlanabilir mi?

Soruları, başlıkları çoğaltabiliriz. Bu meselelerin her birinin çözümü ancak sağlıklı, demokratik bir siyaset zemini üzerinden mümkün. Particiliğe ve seçimlere sıkışmış siyaset değişmeden, doğallaşmadan bu meselelerin hiçbirinin çözülebilmesi mümkün görünmüyor ne yazık ki.


Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Yazarın Diğer Yazıları

Açılıma tepkisizliğin nedeni ne? İlgisizlik mi, toplumsal barış beklentisi mi?

Gündelik hayat yalnızca bireysel varlığımızı ve hayatımızı sürdürebilme gayretine dönüşmüş. Ortak hayatın meseleleri öncelikli ilgi alanımızda değil. Ancak toplumsal psikolojinin depresyon seviyesine kadar gerilemiş olması, Kürt meselesi gibi kadim meselelerde çözüme yakın olduğumuza işaret ediyor

Hepimizin meselesi: Kürt meselesinde yeni bir aşama mümkün mü?

Kürt meselesi temelde devletin yeniden yapılandırılması, demokratikleşmesi, yargının baştan aşağı yenilenmesi, çok kültürlü ve kimlikli toplumsal yaşamın kuralları ve yapılarının tanımlanması gibi pek çok başlıkla birlikte tartışılmalı. Bu konular Kürtüyle, Türküyle ve her türlü kültürel, toplumsal, siyasal ve bireysel kimlik farklılıklarıyla hepimizi ilgilendiriyor. Çünkü eski kurallar yalnız Kürtleri değil, çoğunluğa dâhil olmayan her türlü kimliği yok saymaya dayalı

Neden toplumsal çöküntü içindeyiz?

Hukukun ve adalet sisteminin çalışmadığı, suçun önlenmesi ve cezalandırılması mekanizmalarının olmadığı yerde meseleyi yalnızca toplumsal ahlaka ve bireysel psikolojik zaaflara bağlamak doğru değil. Yaşadıklarımıza bakınca, toplumsal bir çöküntü içinde olduğumuz açık

"
"